Notice: Undefined index: HTTP_ACCEPT_LANGUAGE in /home/onkhaber/domains/onkhaber.com/public_html/section/header.php on line 8
ÖLÜM | Mustafa AYYÜREK | Köşe Yazıları | ÖNK HABER
Mustafa AYYÜREK

ÖLÜM

: 26-04-2024

ÖLÜM 


Kararmış ruhlar gibi karartılan deniz fenerine, 

Üstümüze karabasan gibi çöken bezginlik vaktine,

Hissizliğin bitimsiz uyuşukluğuna,

Dört bir yanımızı kuşatan esaret parmaklıklarına,

Niyeydi diye soramadan göçüp giden yaşlılara, gençlere ve emekleyen bebeklere,

ve şimdi aslından kopup geride kalmış her bir şeye

bakıyor

Eyvah, “peşimizde” diyoruz.


İnsanın insan kemirmek için doğduğuna,

Haksızlığa uğrayanın içeri atıldığına,

Mehmet’in iki hece arasına sıkıştırıldığına,

Beş vakit alnı secdeye gidenin hoyratlığına,

Yalan yere yemin edenin şahitliğine,

Emanete sahip çıkanın sömürüldüğüne,

Güneşe, aya, yıldızlara,

Uçan kuşa, dörtnala koşan atlara,

Zeytine, Tur dağına, Sina'ya,

Taife, Uhud’a,

Gündüze, peşi sıra gelen geceye,

ve şimdi aslından kopup geride kalmış her bir şeye

bakıyor

Eyvah, “peşimizde” diyoruz.


Zaman iyiliği, sevgiyi, neşeyi avuçlara kustuğunda,

İhsan elimizden kayıp giderken eğilip diz üstü çöküldüğünde,

Birliktelik “hiç” uğruna feda edildiğinde,

Kurumuş balçık çamurunda “kin” insan kesildiğinde,

Başlangıçtan sona doğru akan an nehrinde “ömür” boğulduğunda,

Zincirlenmiş asırlar boyunduruk altına alındığında,

Telaşla uyanıp gölgeye sarınıldığında,

Her sabah hak yenmemiş gibi esenlik dilendiğinde,

ve şimdi aslından kopup geride kalmış her bir şeye

bakıyor

Eyvah, “peşimizde” diyoruz.


"Hikmet dolu Kur-an’a -

Saf bağlayıp duranlara -

Haykırıp sürenlere -

Yolda zikir okuyanlara -

Apaçık kitaba andolsun ki -

Bir ağırlık taşıyanlara -

Kolayca akıp gidenlere -

Emri bölüşenlere -

Meleklere -

Düzgün yollara sahip gökyüzüne -

İşi çekip çevirenlere -

Güneşe, onun parıltısına -

Andolsun, yöneldiği zaman geceye -

Andolsun, aydınlandığı zaman sabaha ki"

O gün her bir şey bir bir aslına koşup kavuştuğunda

Eyvah, “yakalandık” diyeceğiz.



TIPKI

İnsan bu asırda kalpsizdir; belki de her asırda kalpsizdi. Bunun böyle olduğunu sözcüklerle ifade edebilecek kadar bilgili ve anlatımı istenilen düzeyde açık tutmayı amaçlayacak kadar cesur değilim.

İnsan bu asırda gaddardır; belki de her asırda gaddardı. Bunu sırf acı çeksin diye başka birinin verdiği 'akıl'larda hep gördük. İnsanın sert yüzünü iliklerimize kadar hissettiğimiz kuşkusuz bir gerçek. Nahif şiirler yazamıyor ya da ince notalı ezgilere aşina olamıyoruz. Kelimeler peşi sıra dizildiğinde beklentimiz ya ters köşe olma ya da sürpriz bir sonla bitme eğilimindedir. Çünkü yaşanan yıkımın dile getirilişi ilgimizi çekmiyor. İyi ve fayda dikkate değer olmuyor artık. Bir sanat filminin damağımızda bıraktığı tat ise sadece 'dramın hazzı' olarak kalıyor. Kendimizi kahramanın yerine koyup, yaşadığı hiçbir şeyi yaşamadan zafer edasıyla sadece sona ulaşıyoruz. Sonu hiç gelmeyen sonlara!

İnsan bu asırda laf cambazıdır; belki de anlamaya kapalıdır. Çünkü hep anlaşılmak derdindedir. Oysa çağın anlayışsızlığını kurtaracak şey; sözcükleri afili kullanma özgürlüğünde değil, insan olmamızı sağlayan sadelik ve basitlikle olacaktı. Sözcükler, mizan vakti tartıya denk düşünce en edebi olanı, her şeyi ama her şeyi en detaylı tasvirleriyle müjdeleyecek ya da pişman edecek vakitte gerçekleşecektir.

... Halbuki keşfedilmesi gereken özel bir güç var. Yıkıcı olmayan, onaran - tamir eden. Bunun insana bakan tarafı eşsiz ve mükemmeldir. Sanırım... Evet, evet, hiç kuşkusuz bu güç kâinatın merkezi ve en sarsılmaz kalesidir. Kaçınılmaz bir şekilde tüm güzellikleri, tüm iyi hususiyetleri, tüm iyi meziyetleri içerisinde barındırır. Varlıklar arasında sadece insanda bulunmayan ve ancak sadece insanda gerçek yansıması olan; farklılığının ve vicdanın habercisi, hayata anlam katan olumlu tarafın ta kendisidir. Toprağa sımsıkı bağlanmış asırlık çınar ya da kökleri her tarafı saracak anlayış damarı gibi.

İçtenliğin, samimiyetin anlamı yitirilmemişse, bir patlamada yaralara merhem olacak, çarpışmaları engelleyecek, tüm yıkımlara dur diyecek kadar büyüktür bu güç. Kanadı kırık kuşun özgürlüğü, yetim bebeğin katıksız aşı, göğü delen dalın yükselişi, kadının - suçsuz bebeğin haykırışı, bir yaşlının umududur.

Ancak, dünyayı bu sefil ve umutsuzluk veren karanlıklardan koruması gerekiyordu. Yani insanı, bitkiyi, hayvanı; dağı - taşı. Yaşlıyı, çocuğu ve genci. Kadını, masumiyeti ve kadını. Yuvasını kaybetmiş bir karıncayı ya da dalları sırf keyif için kesilmiş bir ağacı veyahut bir kuşu. Henüz uçmayı öğrenmiş ama kanadı kırık bir kuşu korumalıydı! Ama hayır, ona sahip olmayanlar kirletti tüm bunları. Onların içinde iyilik yoktu. Onlar mahrumdu o kutsal şeyden. Onlar kötüydü.

O kötüler ezmeye, yok etmeye kalkıştılar. Bu yüzden iç âlemimiz, sınırlarımız ve anlayışımız küçük bir nokta haline geldi. Daraldı. Daraldı yollar, tıpkı kafalar gibi, çıkmaz oldu bütün sokaklar, tıpkı ilerisi olmayan gelecek gibi…

İlerlemeyi, ufka ulaşmayı engelleyen duvarlar türedi kötülerle beraber. Kül oldu dünya, her şey ufaldı. Un ufak oldu. Hâlbuki küçülmesi gereken sadece mesafelerdi ve sadece çürümüş buğday ufalmalı ve bir kütük kül olmalıydı.

Evet, dünya küçüldükçe insan. İnsan küçüldükçe beşer oldu. Hakikatin bize dönük yüzü küçüldükçe küçüldü.

Değer verdiğimiz şeylere olan inancımız zayıfladı, kutsadıklarımız en iğrenç şekillerde alaşağı edildi. İnancımız zayıfladıkça kendini daha çok saklamaya başladı, daha derinlere doğru çekildi. Saklandı. Sadece bazılarımıza, en hisli olanlarımıza görünür oldu, gayrısından kaçtıkça kaçtı.

… Hâlâ kaçıp gidiyor. Yakalayamıyoruz. Gitti! Derinliklerimize doğru, en derinlerimize doğru gitti. Seslenmediğimiz için artık kulakları da tıkalı. Oysa kötülerle baş etmeye çalışmalıydık. Yapmadık. Yapamadık. Yıkıldık. Yıkılıyoruz.

Bir bebeğin bakışları kadar masumdu. Kaynağı, bebeği korur gibi korumalıydık. Bebeği korumadık... Koruma amacımız yoktu zaten. Hayallerimizde hedef için her yolun mubah olduğu gerçeği vardı.

Onlar kötüydüler. Biz de kötüydük. Oysa bebek ne kadar da masumdu!

Bebekler; sahiplendiği şeyi gücü olmamasına rağmen korurdu. Bunu en insani şekilde, yani ağlayarak yapardı, çığırtkanlık yaparak değil. Varlığa asla düşmanca bakmazlar ki onlar. Çünkü her iki hayatın en neşeli tarafı, hassas kuşudur onlar. İnsanın ne ten rengine ne de eksikliğine takılırlar.

Bir zamanlar biz, evet, biz, şimdinin büyükleri... Bir zamanların bebekleriydik. Anlayışlı olacağı ümit edilen, yolda yürürken bir böceği dahi ezmeyecek olan! Savaşı bir kenara bırakalım, haksız yere sesini dahi yükseltmeyecek olan… Büyüdük. Hızlı hızlı ayak uydurduk olumsuzluklara, henüz ilk adımı atarken kaybetmeye başladık o eşsiz güzelliği. Öyle yavaş ve sinsice ilerledik ki onun kutsallığını, önemini her geçen gün daha fazla kaybettik. Bize önemsiz ve işe yaramaz gelmeye başladı. Oysa insani şeylere ilgimiz vardı, kaybetmeme pahasına dövüştüğümüz. Uğruna ölüp ölüp dirildiğimiz. Bağlılığımız kaybolmaya yüz tutarken elimizde kalan son şeydi bu. Yitirdik.

Yağmur yağsa da içimize, köklerimiz tekrar filizlense ya… Kötülerin ezme ve yok etme girişimlerine karşı direnmedik. Bu yüzden iç dünyamız, sınırlarımız ve anlayışımız küçük bir noktaya indirgendi. Daraldı. Yollar daraldı, tıpkı kafalar gibi, tüm sokaklar çıkmaza vardı, tıpkı umutsuz bir gelecek gibi...

Kötülerle birlikte ilerlemeyi ve ufka ulaşmayı engelleyen duvarlar ortaya çıktı. Dünya küle döndü, her şey ufaldı. Un ufak oldu. Oysa küçülmesi gereken sadece mesafelerdi ve çürümüş buğday ufalmalı, bir kütük kül olmalıydı.

Evet, dünya küçüldükçe insan küçüldü. İnsan küçüldükçe sıradanlaştı. Hakikatin yüzü bizimle birlikte küçüldü.

Değer verdiğimiz şeylere olan inancımız zayıfladı, saygı duyduklarımız en iğrenç şekillerde yıkıldı. İnancımız zayıfladıkça daha çok saklanmaya başladık, daha derinlere çekildik. Saklandık. Sadece duygusal olanlarımız  için görünür oldu, diğerlerinden kaçtıkça kaçtı.

.. .Hâlâ kaçıp gidiyor. Yakalayamıyoruz. Gitti! En derinlerimize, içimize doğru yitip gitti. Onu çağırmadığımız için kulaklar da tıkandı. Oysa kötülerle baş etmeye çalışmalıydık. Ama yapmadık. Yapamadık. Yıkıldık. Yıkılıyoruz.

Bir bebeğin bakışları kadar masumdu. Onu korumalıydık, gücü olmasa bile. Bebeği korumadık... Zaten koruma niyetimiz de yoktu. Hedeflerimiz için her yolun mubah olduğu düşüncesi vardı sisli düşüncelerimizde.

Onlar kötüydü. Biz kötüydük. Oysa bir bebek ne kadar da masumdu!

Bebekler; sahip oldukları şeyi güçleri olmasa bile korurdu. Bunu en insani şekilde, yani ağlayarak yapardı, bağırmadan. Onlar hiçbir varlığa düşmanca bakmazlar. Çünkü iki hayatın en neşeli yanı, onların hassas nefes alış verişidir. İnsanın ten rengine veya eksikliklerine takılmaz onlar.

Biz, evet, biz, şimdinin büyükleri... Bir zamanların bebekleriydik. Anlayışlı olacağı umut edilen, yolda yürürken bir böceği bile ezemeyecek… Savaşı bir kenara bırakan, haksız yere sesini yükseltmeyecek olan... Büyüdük. Olumsuzluklara hızla uyum sağladık, henüz ilk adımımızı atarken o eşsiz güzelliği kaybetmeye başladık. O kadar yavaş ve sinsice ilerledik ki, o gücün kutsallığını ve önemini her geçen gün daha da fazla kaybettik. Önemsiz ve işe yaramaz görünmeye başladı bize. Oysa insani değerlere ilgimiz vardı, onu korumak için ölümüne savaştığımız. Bağlılığımız kaybolurken elimizde kalan son şeydi o. Kaybettik.

Yağmur yağsa ya içimize, köklerimiz tekrar filizlense ya... Kendimizi yeniden keşfetsek… Tıpkı..!



Yazının Devamı

KÂİNATIN GÜNEŞİ

00.01; yeryüzü aydınlanmak için hareket etmeye başlıyor. Vakit gece yarısı, biz uyurken saat 00.07 oluyor ve an belirginleştiği zamana, parlayacağı ana doğru hızla ilerliyor. 00.25; genç, ama emin lakaplı. 00.40; olgun aynı zamanda kararlı ve dinç. Saniyeler birbirini kovalıyor, dakikalar geçiyor ve saat 01:03. Gelecek pırıltılı saatlerin tamamlanmış olma halinin belirginleştiği an ve biz uyumaya devam ederken ‘Kâinatın Kuşatan Ziyası’ vadedilen için herkese göz kırpıp...

*** 

Saat ilerledi ve az sonra 03:39 oldu, farkına varılmayacak bir nesne gibi...

Saat ilerledi, ilerledi, ilerledi. 03:39 değil artık, çoktan gelip çattı büyüsü, sihri… Hakikatin son taşıyıcısı gözlerini açtı. Endişeye, kargaşaya, karışıklığa yer vermeyecek şekilde bir dağın eteğinde, sesleniyor.

***

Saat 06.08; güneş sızarak içeriye girdi, göründü ha görünecek. Uyuyamayanlar şimdi derin uykuda karışık duygularla cedelleşiyor. Güneş yeni doğdu ama huzursuz insan anlaşılan o ki günün kalanını uyuyarak geçirecek. Bundan rahatsız, yazık ki umursamıyor, fark edilmesi gerekeni maalesef ıskalıyor. Hakikate yönelme teveccühü yok, gücü var, muhakeme yeteneği var ama kendisine inancı yok. 

Huzursuzluk, gündüz uyutacak cinsten. Gece ise uyanık kalacak. Her şeyin öldüğü saatte cansız iken diri gibi olacak. 

Saat 06,10; o artık Öğretmen… Yeni, saf ve temiz fikirlerle vasıta değiştirerek ders vereceği okulun yolunda. Bu dönemin ilk gün heyecanını öğrencileri ile paylaşma telaşında.  

Bir öğrenci tembellik etmiş, uyanmak istemiyor. ‘Hastayım anne, bugün okula gitmesem mi?’ Diyor. Annesi kıyamıyor oğluna, çocuğa ilişmeden odasına dönüyor. Eşinin yanına. Eşi, hanımına tüm içtenliği ile ‘Bırak hanım, kendi keşfetmeye koyulsun. Yılların bozgunculuğu onu çok hırpalandı, bırak uyanma vaktini kendisi bulsun ve o vakti bulduğunda da hemen...’ 

*** 

… Ve adam usulca hanımının hazırladığı kahvaltı sofrasına yöneldi. Beraber yiyip içtiler. Adam gerçeğe gitti, hanımı ayet ayet hayatı işlemeye… 

Bir horoz gür çağrısıyla sabahın ilk nurunu müjdeledi. Peşinden kuşlar en muazzam ötüşleri ile bu kutlu müjdenin huzurlu sesine ahenk kattı. ‘Çoban’ vakur adımlarla ilerledi. Kısa bir an sonra şafak horozu ve ona eşlik eden türlü türlü kuşlar düetleri ile aynı anda insan yüreğine engin notalarını serpiştirdi. Yatağının içerisinde bir o tarafa bir bu tarafa dönüp duran, hakikat saatini fark edemeyenin zihninde amansız çelişkiler... Musikiyi işitmek istemeyen gönlünü yastığının altına saklama telaşında. Ama nafile, hayat kısa!

Bir geyik önceki günün yorgunluğunu atmış olmanın içgüdüsüyle, yeşermiş otlaklar arasında bir o yana bir bu yana gidip geliyor, neşesi yerinde ve muazzam bir hakikati yakalamış gibi onurlu. Geceyi dinlenmeden geçiren ‘Çoban,’ sürüsünü kavalının peşine takıp dağ bayır demeden ilerliyor. Annesini kaybetmiş bir kuzu ‘me’ sesi ile sürü içerisinde etrafı dolaşıyor, kaybettiğini arıyor. Kuzuyu güven içerisinde hissettirecek ‘Çoban,’ kuzuya bir rota çiziyor... Sarılıp koklaşıyorlar. Kuzu mutlu, herkes mutlu! ‘Çoban,’ ‘an’ın çığır açacağının farkında. 

Sabahın huzuru sokak aralarına işliyor, bir ışık huzmesi perde ile örtülen pencereden usulca içeri sızıyor, gün ha ağardı ha ağaracak. Fakat ışığa rağmen karanlık hüküm sürmek istiyor. Karanlık mücadelesini bu yönde veriyor. Kahrolası ölçüp, biçemiyor. Pençesine aldığı potansiyel ‘Nur’ adaylarını karanlığa gömüyor. Kimisi boğulup gidiyor, kimisi buna zorlanıyor, kimisi kurtuldu ha kurtulacak! Işıkla aydınlanacak gibi kimi karanlık noktalar ve bazıları gerçekten de aydınlanıyor. Yüzleri ak bir şekilde…

Saat 06.24; karanlık ışıkla savaşında ilk ciddi mağlubiyetini alıyor. 06.25; karanlık tekrar kazanmayı deniyor. Kazanıyor da ama güç yettiremiyor. 06.27; karanlık debeleniyor ve ilk büyük tokadını yiyor…

Güneş açalı çok oldu, şimdi her taraftan ışık huzmeleri yayılıp karanlığı boğuyor. Horozun sabah ötüşüne vurgun gönüller mest, bir ceylan sekerek her yükseldiği noktayı kendisi ile birlikte yüceltiyor. Bunu evren tüm zerreleri ile hissediyor. 

***

Şimdilerde karanlık kendisine defalarca tur bindirmiş ışığın önünde görünüyor lakin nafile huzmeler yetişti ha yetişecek. Karanlık bir tur farkı daha yiyince bir daha baskın gelmek için çabalayamayacak. Bunu biliyor ve bu yüzden hile üstüne hile yapıyor. Fakat ezelden belli, ebet hep ışıklı ve aydınlık olacak.

Belli ki gönüller ‘Saat 00.01’in yeryüzünü aydınlatan ışığın ilk anını, insanların uykuda iken saat 00:07 oluşunu belirginleşen zamanını, parladığı vakti hala hissediyor. 00:25’in genç ama emin oluşunu. 00:40’ın olgun aynı zamanda kararlı ve dinç çabasına uyanmayı tekrar bekliyor. Saniyeler birbirini kovalarken, dakikalar geçiyor ve saat 01.03’te duruyor. Aslında güneşin hiç batmadığını, gelecek pırıltılı saatlerin tamamlanmış olma halinin sadece belirginleştiği anı… 

Ve ‘Huzursuzlar’ uyumaya devam ederken ‘Kâinatın Canlılığı Kuşatan Ziyası’nın vadedilen için herkese bir kez daha göz kırptığını görüyor.





Yazının Devamı

Sonsuzluk Peşinde

İnsanın hayatta pes etmemesi, sınırlarını zorlaması ve kendi potansiyelini keşfetmek için çaba sarf etmesi gerekmektedir. Bu yolculuk, insanı sıradanlığın dışına çıkarıp derin bir bağlantı kurmasını sağlayacak bir pusulayı aramasını gerektirir. Ancak bu pusulayı doğru kullanarak başarıya ulaşmak mümkündür. İnsan, başarısızlığın üstesinden gelmenin tadını bir kez tattığında, hayata dört elle sarılarak her şeyin daha kolay ve daha sevindirici hale geldiğini fark edecektir.


Hayat yolculuğunda, canlıların ilk deneyimlediği duygu genellikle emeklemedeki başarısızlıktır. Yavru halinde olan her canlı, defalarca deneyerek düşe kalka emeklemeyi öğrenir ve sonunda ayaklarının üzerinde durmayı başarır. Ayakta durma çabası zorlu bir mücadeledir ve insan tutkusunun en yorucu ve yıpratıcı dönemidir. İşte bu süreçte hayata dört elle sarıldığımızı anlarız. Ayaklandığımız anda, ilk olarak yakın çevremizi etkileriz. Yavrunun yaşamını derinden etkileyen bu çaba, zaferle sonuçlanır. Bebeklik dönemindeki bu ayaklanma, gelecekte karşılaşacağı fırsatları yakalayacağının ve eninde sonunda başarılı olacağının habercisidir. İsyan ve uyumun mükemmel bir uyumu burada gizlidir. Pes etmeyen ve vazgeçmeyen kişiye en az iki müjde vardır. İlki, bireyselliğini kazanmış olmanın sevincini yaşar ve ikincisi, her türlü zorluğun üstesinden gelebileceğini anlar.


İnsanın yolculuğu, hayatın farklı aşamalarında devam eder. İlk adımlarını atan çocuk, yürümeyi öğrenme sürecinde de başarısızlıklarla karşılaşır. Ancak pes etmeden denemeye devam ederse, bir gün yürümeyi başarır. İnsanın içindeki arzu ve azim, başarısızlıkla karşılaştığında bile onu ileriye taşır. Her başarısızlık, yeni bir deneyim ve öğrenme fırsatıdır. İnsan, bu deneyimler sayesinde kendi sınırlarını aşar ve potansiyelini keşfeder.


Yolculuk sadece bireysel değildir, aynı zamanda başkalarıyla ve evrenle olan derin bir bağlantıyı da içerir. İnsan, diğer insanlarla etkileşime girerek büyür ve gelişir. Empati ve anlayışla diğerlerini desteklerken, kendi büyümesine de katkıda bulunur. Bu etkileşimler, insanın pusulasını daha da netleştirir ve yolculuğunu daha anlamlı hale getirir.


Sonsuzluk peşindeki yolculuk, sürekli bir ilerleme ve gelişme sürecidir. İnsan, hayatta karşılaştığı engellerle mücadele ederken, içindeki gücü ve kararlılığı keşfeder. Her başarı, insanın kendine olan güvenini artırır ve yeni hedeflere yönelmesini sağlar. Yolculuk boyunca insan, kendi potansiyelini sınırlamadan, hayallerinin peşinden koşar ve hayatından en iyi şekilde yararlanır.


Sonsuzluk peşindeki yolculuk, insanın hayatını derinlemesine yaşamasını sağlar. İnsan, kendini keşfetmek ve evrene anlam katmak için sürekli olarak öğrenmeye ve büyümeye açık olmalıdır. Bilgi ve deneyimlerle beslenen bir ruh, sonsuzluk yolculuğunda ilerlemeyi sağlar.


Bu yolculukta insan, zaman zaman başarısızlıkla yüzleşebilir ve zorlu dönemlerden geçebilir. Ancak pes etmeyenler, bu zorlukların üstesinden gelerek daha da güçlenir. Her düşüş, insanın daha da yükselmesi için bir fırsattır. Yolculuğun zorluğu ve başarısızlıkla karşılaşma olasılığı, insanın kendini aşmasını ve gerçek potansiyelini ortaya çıkarmasını sağlar.


Sonsuzluk peşindeki yolculuk, bir kişinin içsel dönüşümünü ve büyümesini de beraberinde getirir. İnsan, yolculuk esnasında kendi değerlerini sorgulayarak daha anlamlı bir yaşam amacı bulabilir. Kendi potansiyelini keşfettikçe, içsel huzur ve tatmin duygusu da artar.


Bu yolculuk aynı zamanda insanın başkalarına yardım etme ve dünyaya katkıda bulunma çabasıyla da doludur. İnsan, kendini sadece kendi başarısıyla sınırlamaz, aynı zamanda başkalarının da başarılı olmasını destekler. Empati ve sevgiyle dolu bir kalple, insan evrenle derin bir bağ kurar ve birlikte daha büyük bir amaca hizmet eder.


Sonsuzluk peşindeki yolculuk, hayatın anlamını keşfetme ve derin bir tatmin duygusuyla dolma yoludur. İnsan, pes etmeyerek, kendine ve başkalarına olan inancını koruyarak bu yolculuğa devam eder. Her adım, yeni bir deneyim ve büyüme fırsatı sunar.


Sonuç olarak, insanın sonsuzluk peşindeki yolculuğu, hayatın sıradanlığından sıyrılarak kendini keşfetme ve potansiyelini tam anlamıyla ortaya çıkarma çabasıdır. Pes etmeyenler, başarısızlıklardan ders çıkararak ilerler ve her adımda büyür. Yolculuk, bireysel ve kolektif bir dönüşümü beraberinde getirir ve insanın evrenle derin bir bağ kurmasını sağlar. Hayata dört elle sarılıp yolculuğa çıkanlar, hayatın anlamını bulur ve içsel tatmini yakalarlar.

Yazının Devamı

İkinci Şans

Bir gün Ahmet adında bir lise öğrencisi, bahar ayının zihni kucaklayan berraklığı içerisinde okuldan eve doğru yürüyordu. O an onun aklındaki tek şey dün oynadığı oyunu tekrar oynamaktı. Oyuna dalıp gitmek ve oyunun vermiş olduğu deneyimi bir kez daha tüm derinliğiyle hissetmek, yeniden yaşamak istiyordu. Yol boyu Ahmet’i harekete geçiren, adımlarını hızlı hızlı atmasını sağlayan şey oyun oynamak fikriydi. Ödevlerini yapması gerektiğini de biliyordu, ancak bu detayı hiç hatırlamamaya çalışıyordu…

Eve vardığı zaman ilk yaptığı şey bilgisayarın başına geçmek oldu. Zevkle saatler boyu oyun oynadı. Ailesi, sorumluluğunun bilincinde bir çocuk olduğu düşüncesiyle akşam yemeğine dek Ahmet’i hiç ama hiç rahatsız etmedi. Oysa Ahmet, odasında sanal dünyanın içerisine hapsolmuş, farkında olmadan olumsuz bir dünyanın kapısını açıyordu. Ailesinin onun hakkındaki iyi düşüncelerin aksine, o, tüm çocukluk duygusuyla içine girdiği bu durumun nimetlerinden faydalanıyordu. 

Ertesi sabah uykusuz şekilde uyanıp okul yoluna koyuldu. Mahcubiyetle ödevini yapmayı unuttuğunu hatırladı. Panikledi, ama buna rağmen derse geç kalmamak için hızla ilerledi. Okula yetiştiğinde başı öne eğik vaziyette sırasına oturdu. Bu mahcup hale hayatı içerisinde bir bilemedin iki kez daha karşılaşmıştı. Fakat yine de şimdiki sorun diğer ikisinden de çok daha farklı bir kriz halindeydi… Kendini suçlu hissetti ve öğretmeninden özür dilemek için ayağa kalktı

Öğretmeni, Ahmet'e ödevini neden yapmadığını sorduğunda, Ahmet utançla başını bir kez daha önüne eğdi ve dürüstçe bilgisayar oyunu oynamaya daldığını itiraf etti. Öğretmeni bir an sessiz kaldıktan sonra Ahmet'le sakin bir şekilde konuştu. "Ahmet, herkes hata yapabilir. Önemli olan bu hatadan ders çıkarmaktır. Ödevlerin, sorumluluklarının bir parçasıdır ve bu sorumluluğu yerine getirmek senin için önemlidir. Sana kızacağımı düşünüyor olmana rağmen dürüstçe olayı ifade etmiş olman çok önemli ve çok güzel bir davranış,” dedi.

Ahmet, öğretmeninin sözlerini içine sindirdi. Ahmet’in kendisine olan güveni sarsılmış olsa da, hatalarından ders çıkarmaya karar verdi. Öğretmeni, Ahmet'e ödevini tamamlayabileceği bir ek süre verdi ve ona dürüstlüğünden dolayı desteğini sundu. 

Ahmet, öğretmeninin de yardımıyla ödevini hızla tamamladı. Oyun oynamak elbette çocuklar için önemliydi, ama Ahmet, bu olayla önceliklerini belirlemeyi öğrenmişti. İlerleyen süreçler içerisinde kendisine verilen sorumlulukları zamanında yerine getirmek için daha fazla özveri ve gayret göstermeye başladı. 

Bu deneyim, Ahmet'in hayatında bir dönüm noktası oldu. Lise yıllarında, ödevlerini zamanında yapmanın ve sorumluluklarını yerine getirmenin önemini daha da iyi kavradı. Hatalarının onu hayattan geri tutmaması gerektiğini öğrendi ve herkesin her zaman ikinci bir şansı hak ettiğini fark etti.

Yazının Devamı

AKILLI UZUN KUYRUK VE ÜZGÜN AĞAÇ

Bir zamanlar yuvasından yeni uçmuş akıllı mı akıllı bir serçe varmış. Bu serçenin kuyruğu diğer serçelerin kuyruğuna pek benzemezmiş. Diğer serçeler hem az akıllı hem de kısa kuyruklu olduklarından dolayı bu serçeye Akıllı Uzun Kuyruk adını vermişler. Her işi çabucak çözer, kimseyi incitmeden her şeyi kolayca halledermiş. Akıllı Uzun Kuyruk, bunları yaparken büyüklerden fikir alır, arkadaşlarıyla ortak hareket edermiş. Uçtuğu zamanlar orman sakinlerinin sıkıntısı var mı, yok mu ya da herkes iyi ve güvende mi, diye sürekli etrafı kollarmış.

Bir gün Akıllı Uzun Kuyruk uçarken dengesini kaybedip yalnız ve tek başına kalmış bir ağaca çarpmış. Hemen toparlanıp “Özür dilerim sevgili ağaç, umarım size bir zararım dokunmamıştır,” diyerek üzüntüsünü dile getirmiş. Ama ağaç o kadar hüzünlü ve yalnızmış ki büyük bir ahtan başka hiçbir sözcük kullanmamış. Buna bir anlam veremeyen Uzun Kuyruk tam uçup gidecekken ağacın bir sorunu olduğunu anlayıp gitmekten vazgeçmiş. Ağaca dönüp saygıyla selam verdikten sonra şöyle demiş “Yoksa size çarptığım için mi bu kadar üzgün ve sessizsiniz.” Ağaç, “Hayır,” diye cevap vermiş. Akıllı Uzun Kuyruk, “O halde sizi bu kadar üzen şey nedir?” diye sormuş. Ağaç yine derin bir ah çekmiş ve susmuş. Akıllı Uzun Kuyruk ağacı şöyle bir süzdükten sonra ağacın dallarının gittikçe sarardığını ve hiç çiçek açmadığını görmüş. Ağacın yaprakları sarardığı için de kuşlar bu ağacı beğenmeyip hep başka ağaçlara yuva yapmış.

Uzun süredir terk edilmiş olan Üzgün Ağaç, hemen kaçıp gitmeyen serçeye “Adın ne senin,” diye sormuş. Serçe, “Benim adım Akıllı Uzun Kuyruk,” demiş. Üzgün Ağaç, “Eğer gerçekten akıllıysan sana derdimi anlatmadan sen benim derdimi çözersin,” demiş. Serçe ağacın kurumak üzere olan dallarından birine tüneyip, “Derdi veren dermanını da yollar elbet, sen yine de anlat bakalım,” diye karşılık vermiş. Yalnız Ağaç derin bir ah çektikten sonra, anlatmaya ne hacet her şey zaten besbelli değil mi? Akıllı Uzun Kuyruk, Yalnız Ağaç’ın etrafından bir kaç tur attıktan sonra hiçbir şey söylemeden uzaklaşıp gitmiş. Yalnız Ağaç, belki derdi çözülür diye umutlanmış ama bir kez daha terk edildiği için üzüntüsü birken bin olmuş.

Yalnız Ağaç bir hafta boyunca hem kulaklarını kapatmış hem de gözlerini hiç mi hiç açmamış. Hayatı son bulsun diye Allah’a yalvarıp durmuş. Aradan bir hafta geçtikten sonra Akıllı Uzun Kuyruk, Yalnız Ağaç’ın dallarından birine tüneyip gagasıyla gözlerine sertçe vurmuş. Ama Yalnız Ağaç hiç oralı olmayıp oflayıp puflamış. En sonunda canı o kadar yanmış ki hışımla gözlerini açmış.  Tam gözlerine gagasıyla vuran Akıllı Uzun Kuyrak’a bağıracakken bir de ne görsün, dalları güzelleşmiş, sararan yaprakları yeşillenmiş ve de en önemlisi kuşlar tekrar tepesinden uçup yüzlerce yuva yapmış. Yalnız ağaç şaşırmış ve çok mutlu olmuş. Çünkü artık eskisi gibi kuşlara yuva olmuş ve yalnızlıktan kurtulmuş. Tüm bunları Akıllı Uzun Kuyruk, arkadaşlarıyla ağaç için su kanalı açıp köküne gübre atarak yapmış.

Yazının Devamı
Copyright © 2024 Tüm Hakları Saklıdır. Başarım Ajans - Haber Yazımı Web Tasarım Sosyal Medya Yönetimi Reklam Yönetimi