Bize öğretilen klasik tarih anlayışına göre, insanoğlu önce tarımı keşfetmiş, yerleşik hayata geçmiş, karnını doyurma güvenliğini sağladıktan sonra ise tapınaklar inşa ederek inanç sistemlerini, sanatı ve kültürü oluşturmuştur. Ancak Şanlıurfa'nın uçsuz bucaksız topraklarında yapılan bir keşif, bildiğimiz tüm bu sıralamayı altüst etti. Göbeklitepe insanlık tarihini nasıl değiştirdi? sorusu, son çeyrek asrın en çok tartışılan ve yanıtı en çok merak edilen arkeolojik sorusu haline geldi.
Mısır Piramitleri'nden yaklaşık 7.000, İngiltere'deki Stonehenge'den ise 6.000 yıl daha eski olan bu gizemli yapı, sadece taşların üst üste dizildiği bir anıt değil, insan zihninin evrimine dair somut bir kanıttır. 1963 yılında ilk kez fark edilen ancak önemi 1994 yılında Alman arkeolog Klaus Schmidt tarafından keşfedilen Göbeklitepe, avcı-toplayıcı olarak adlandırdığımız ve "ilkel" olarak yaftaladığımız atalarımızın, aslında ne kadar karmaşık bir düşünce yapısına, estetik anlayışa ve mühendislik bilgisine sahip olduğunu tüm dünyaya kanıtlamıştır.
Bu keşiften önce tarihçiler, inancın yerleşik hayattan sonra geldiğini savunurdu. Ancak Göbeklitepe, insanların önce inanç ve ritüeller için bir araya geldiğini, bu devasa organizasyonu beslemek için tarıma yönelmek zorunda kaldığını göstermektedir. Yani medeniyeti doğuran şey "buğday" değil, "tapınak" olmuştur. Şanlıurfa'nın Örencik Köyü yakınlarındaki bu tepe, üzerindeki tonlarca ağırlıktaki T biçimli sütunları, sütunlar üzerindeki korkutucu hayvan kabartmaları ve hala çözülemeyen sembolizmiyle, tarihin sıfır noktası olarak kabul edilmektedir. Bu makalede, bu eşsiz keşfin ne olduğunu, teknik detaylarını ve dünya tarihini nasıl yeniden yazdığını tüm detaylarıyla inceleyeceğiz.
Göbeklitepe, Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık 18 kilometre kuzeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarında yer alan, Cilalı Taş Devri'ne (Neolitik Çağ) ait dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğudur. LSI anahtar kelimeleri bağlamında burası bir "megalit yapı", "ritüel merkezi" ve "inanç üssü" olarak tanımlanır. Burası bir yerleşim yeri, bir köy veya insanların barındığı evler topluluğu değildir; burası tamamen törensel amaçlarla, belirli zamanlarda bir araya gelinen bir toplanma alanıdır.
Göbeklitepe'nin kullanım amacı ve yeri üzerine yapılan araştırmalar, buranın yaklaşık 12.000 yıl önce (M.Ö. 9600 - 8200 yılları arası) inşa edildiğini göstermektedir. O dönemde insanlar henüz çanak çömlek yapımını bilmiyor, metal aletler kullanmıyor ve tekerleği tanımıyorlardı. Buna rağmen, çevre bölgelerden gelen farklı klanların veya avcı gruplarının burada toplandığı, ritüeller gerçekleştirdiği, bilgi alışverişinde bulunduğu ve belki de ilk "sosyal ağ"ı kurduğu düşünülmektedir.
Bölgenin kullanım alanları şunları kapsar:
Göbeklitepe, o dönemin teknolojik imkansızlıkları düşünüldüğünde, bugün bile mühendisleri hayrete düşüren teknik özelliklere sahiptir. Yapı, dairesel veya oval planlı, çapları 30 metreye varan 20'den fazla yapıdan oluşur (henüz sadece bir kısmı gün yüzüne çıkarılmıştır).
Bu yapıların öne çıkan teknik detayları şunlardır:
Teknik Karşılaştırma Tablosu:
Burada "kullanım" ve "değiştirme" kavramını, arkeolojik bir alanın işlevselliği ve tarihsel anlatıyı değiştirmesi üzerinden ele almalıyız. Göbeklitepe günümüzde aktif bir tapınak olarak kullanılmasa da, bilim dünyasında, turizmde ve kültürel diplomasi alanında en güçlü araçlardan biri olarak "kullanılmaktadır".
Tarihsel Algının Değiştirilmesi (Paradigma Değişimi):
Göbeklitepe, yerleşik tarih yazımını şu adımlarla değiştirmiştir:
Koruma ve Ziyaretçi Deneyimi İçin Nasıl Değiştirildi?
Alan, keşfedildiği doğal haliyle bırakılmamış, sürdürülebilirlik için modernize edilmiştir:
Göbeklitepe hakkında merak edilen, spekülasyonlara konu olan ve bilimsel yanıt bekleyen en önemli 5 soru:
Arkeolojik bulguların en şaşırtıcı yanlarından biri, Göbeklitepe'nin bir savaş veya doğal afet sonucu yıkılmamış olmasıdır. Yapılar, M.Ö. 8000 civarında, o dönemin insanları tarafından bilinçli olarak tonlarca toprak ve taşla gömülmüştür. Bunun nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, birkaç güçlü teori vardır. Birincisi, bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin (belki de inanç sisteminin değişmesi) başlamasıyla eski tapınakların "kutsal bir şekilde" kapatılmasıdır. İkincisi, toprağın verimliliğini korumak veya ritüelin bir parçası olarak yapının "öldürülmesi" ve toprağa verilmesi fikridir. Bu bilinçli gömme işlemi, yapıların günümüze kadar mükemmel şekilde korunarak gelmesini sağlamıştır.
Popüler kültürde bazen dünya dışı varlıklarla ilişkilendirilse de, bilimsel kanıtlar Göbeklitepe'nin tamamen o bölgede yaşayan yerel avcı-toplayıcı topluluklar tarafından inşa edildiğini göstermektedir. Kemik analizleri ve çevredeki yerleşim izleri, bu insanların anatomik olarak modern insan (Homo Sapiens) olduğunu kanıtlar. Bu insanlar, henüz metali kullanmasalar da, taş işçiliğinde ustalaşmış, doğayı çok iyi gözlemleyen ve organize olabilen zeki topluluklardı. Bu yapının inşası, insan zekasının ve işbirliğinin neler başarabileceğinin en erken kanıtıdır.
Kazı başkanı Klaus Schmidt ve diğer arkeologlara göre, T biçimli sütunlar stilize edilmiş insan figürleridir. Sütunların yan taraflarında görülen kol ve el kabartmaları, gövdede görülen kemer ve tilki derisi peştamal detayları bu görüşü doğrular. "T"nin yatay kısmı başı, dikey kısmı ise vücudu temsil eder. Yüz hatlarının (göz, ağız, burun) yapılmamış olması, bu figürlerin belirli bir kişiden ziyade, tanrısal varlıkları, ataları veya ruhani koruyucuları temsil ettiğini düşündürmektedir.
Hayır, kazılarda şu ana kadar günlük yaşama dair; ocak, ev temeli veya çöp çukuru gibi kalıcı yerleşim izlerine rastlanmamıştır. Burası insanların uyuduğu veya yaşadığı bir köy değildir. Ancak, tapınağın inşası sırasında ve büyük ritüeller esnasında bölgede geçici konaklamaların yapıldığına dair izler vardır. İşçilerin ve ziyaretçilerin beslenmesi için devasa miktarda yiyecek tüketildiği, bulunan binlerce hayvan kemiğinden anlaşılmaktadır. İnsanlar ibadetlerini yapıp kendi yaşam alanlarına dönüyorlardı.
Uzun süre Göbeklitepe'nin tek ve eşsiz olduğu düşünüldü. Ancak Şanlıurfa bölgesinde devam eden "Taş Tepeler" projesi kapsamında, Göbeklitepe ile benzer özelliklere sahip Karahan Tepe, Harbetsuvan Tepesi, Sefer Tepe gibi 11 farklı nokta daha tespit edildi. Özellikle Karahan Tepe'de bulunan fallus biçimli sütunlar ve insan yüzü heykeli, Göbeklitepe kültürünün tekil bir olay olmadığını, çok geniş bir coğrafyaya yayılan devasa bir Neolitik kültür havzasının merkezi olduğunu ortaya koydu.
Tarihi yapıları birer "ürün" olarak değil, insanlık mirası olarak değerlendirsek de, Göbeklitepe'yi dünyadaki diğer megalit yapılarla kıyaslamak, onun önemini anlamak için şarttır.
En sık karşılaştırıldığı yapı İngiltere'deki Stonehenge'dir. Stonehenge, devasa taş bloklardan oluşur ve astronomik bir takvim olduğu düşünülür. Ancak Göbeklitepe, Stonehenge'den 6.000 yıl daha eskidir. Bu zaman farkı, Roma İmparatorluğu ile günümüz arasındaki farktan daha büyüktür. Stonehenge kaba taş bloklardan oluşurken, Göbeklitepe'deki taşlar sanat eseri niteliğinde işlenmiştir.
Mısır Piramitleri ile kıyaslandığında ise, piramitler yerleşik, devasa bir devletin, yazının ve matematiğin olduğu bir dönemde inşa edilmiştir. Göbeklitepe ise ne devletin, ne yazının, ne de tekerleğin olduğu bir "hiçlik" döneminde, sadece insan gücü ve inançla yükselmiştir. Bu durum, Göbeklitepe'nin arkasındaki motivasyonu, piramitleri yaptıran firavun gücünden çok daha gizemli ve etkileyici kılmaktadır.
Kültür turizmi ve tarih meraklıları için Göbeklitepe, dünyadaki diğer tüm antik kentlere veya müzelere göre (örneğin Efes, Petra veya Machu Picchu) belirgin avantajlara ve farklılıklara sahiptir:
Tarih, genellikle kazananlar tarafından yazılır derler; ancak Göbeklitepe'de tarih, taşlar tarafından sessizce fısıldanmaktadır. 12.000 yıl öncesinden bize uzanan bu taş eller, atalarımızın sadece hayatta kalmaya çalışan ilkel canlılar olmadığını, evreni, yaşamı ve ölümü sorgulayan derin ruhlara sahip olduklarını haykırıyor. Bu keşif, sadece geçmişimizi aydınlatmakla kalmıyor, insan zihninin kapasitesine dair geleceğe de ışık tutuyor. Şanlıurfa'nın bağrındaki bu sır, hala tam olarak çözülebilmiş değil ve her kazma darbesiyle bizi şaşırtmaya devam edecek.
Siz de insanlık tarihinin başladığı noktada nefes almak ve tarihin sıfır noktasına kendi gözlerinizle tanıklık etmek istiyorsanız, bir sonraki rotanızı mutlaka Şanlıurfa'ya çevirin!
Muhabir : İrfan Üstün